Eşitlik ve Özgürlük Üzerine Sesli Düşünmeler

Ayrımcılık sahi tam olarak nedir? En basit anlamıyla bir konuda, durumda, zamanda rastgele bir kıstas seçip bu kıstasa bağlı olarak bireyleri ötekleştirmektir,  Ayrımcılık dediğimiz olgu aslında iktidar-güç dediğimiz dikey hiyerarşi ile doğrudan bağlantılıdır. Biz-onlar ayrımı politikayı ayakta tutan en temel argümanların başında geliyor.  İktidarını sağlamlaştırmak isteyenler yüzyıllardan beri bir düşman yaratma yolunu seçmiş.  Dünyanın ilk ayrımcılık biçimlerinin kökenlerinde sahi ne olabilir? İnsanın ilk korkusu ve düşmanı olan doğaydı. Hayatta kalmak için insanlar korktukları şeyle savaştı ve üzerinde hakimiyet kurma yolunu seçti. Bunun için hayvanları evcilleştirdi, hayvanlar üzerinde tahakkümünü sağlamlaştırdı, Özel mülkiyet denilen kavramı gelişti, insanlar ve insan dışı hayvanlar köleleştirildi. Çitler çekildi, sınırlar korunmaya başlandı. Bunun içinde kendi sayısını da çoğaltması gerekti . Ana yerli olan toplumlarda “Kibele” gibi kadın tanrı modelleri dönüştü ve erkek tanrı modelleri yerini aldı. Erkek olarak yeniden şekillenmesi bizlere aynı zamanda ataerkilliğin gelişimi ile ilgili bilgiler de veriyor. Hamileliğin, üremenin kontrol edilebilmesi için kadınların bedenlerine müdahale edildi. Topluluklar kabilelere; kabileler devletlere; devletler imparatorluklara  dönüşüyor.

Peki bu sonsuz büyüme neler getirdi? Aslında neler getirmek zorundaydı?  Bu sonsuz büyüme peşi sıra pek çok ayrımcılık biçimini getirdi. Yaşı, rengi, ırkı, görünüşü, engeli, yönelimi ve daha akla gelmeyen pek çok nedenle insanlar arasında ayrımcılıklar gelişti. Ancak insanlar bu ayrımcılıklarla mücadele etmek için  çok pratik geliştirdi. Feminizm, sosyalizm, LGBTİ+ aktivizm, ırkçılık karşıtı mücadeleler…

 Nitekim tüm bu mücadeleler belli kazanımlarla sonuçlandı ve bu kazanımlar sürüyor. Zaman zaman geriye giden haklar mücadele ile ileri taşınıyor. Hayvan hakları mücadelesi ise bu insan odaklı politikalar içerisinde maalesef görünmez oluyor. Bunun en büyük nedeni ise tıpkı çocuk hakları mücadelesine benzer şekilde öznelerin mücadeleye tam mânâsıyla katılamaması ; hatta ve hatta çocuk hakları mücadelesinden bile geride yapısal durumu nedeniyle geride kalabiliyor. Çünkü özneler hiçbir zaman haklarını istediklerini -yıllar geçse de-  söyleyemeyecek. Hayvanları da tıpkı diğer ayrımcılık biçimlerinde yapılan gibi alakasız kıstaslarla değerlendiriyoruz. Zeka, alet kullanımı, konuşabilme, görünüş gibi kıstaslar. Oysa her birini sadece insan üzerinde düşünsek zeka geriliği olan, alet kullanamayan, konuşma yetisi olmayan, farklı görünen bir insanı yıllarca hamile bırakıp bebeklerini satıp en sonunda ölüsünden para kazanmaya yada bambaşka biçimlerde köle olarak kullanmaya barbarlık demek hafif kalırdı. Bu noktada yerine konuştuğumuz hayvanların haklarını savunma nedenimizi tekrar hatırlamamız gerektiğini düşünüyorum. Elbette duyguları olan hassas insanlar olabiliriz ancak bu hayvanlara acıdığımız için haklarını savunduğumuz anlamına gelmez. İnsan dışı hayvanların, insanlara benzer şekilde hissedebilirliğe sahip olmaları en temel hakları olan mal olmama hakkına sahip olmaları için yeterlidir. Bu ise yeterince güçlü bir argüman olarak elimizin altında bulunuyor.

Peki insan dışı bir hayvanın yaşamasındaki kararımız tamamen his mi olmalıdır?

Burada bilinç bize bir kapı açıyor. Çünkü sinir sistemi rahatsızlıkları sebebiyle felç olan herhangi hayvan aslında bilinç üzerinden de yaşama hakkına sahiptir.  Biz insanlar için yaşama hakkını salt hissetmekten ibaret saymazken hayvanlar neden böyle yapalım? Hissedebilen derken şöyle bir açılım yapmak bizlere yardımcı olabilir: yaşamdan bir çıkarı olması, acıdan ve ölümden kaçınması. Her canlı en temel hak olan yaşama hakkına sahiptir. Ancak bu hak köle, mal olmama hakkını insan isek kapsar. Eşit, ve özgür bir yaşamın sağlanması en her bilinçli canlının isteğidir. Burada en önemli nokta mal olmama hakkıdır. İnsanlar sahip olduklarını düşündükleri şeyler üzerinde her türlü hak iddia edebiliyorlar ve sistem tarafından bu konuda destekleniyorlar.  Bizler  “bağzı veganlar” olarak buna itiraz ediyor ve eşitlik kavramının genişlemesi konusunda mücadele veriyoruz.  Örneğin bir çocuk oy veremiyor ya da suç işlediğinde yetişkin biri gibi cezalandırılmıyor.  Bizim savunduğumuz eşitlik ve özgürlük anlayışı kişinin haklarını somut durumlarının tahlilleri sonucu istemesini amaçlıyor. Bu nedenle eşit haklar; aynı haklar anlamında kullanılamaz.

Burada asıl olarak değinmek istediğim şey ayrımcılık karşıtı mücadelenin aslında insan merkezlilik illetinden kurtulamamış olmasıdır. Erkek bir işçiyi patronu, o işçi iş arkadaşı olan başka bir işçiyi ırkını hedef alarak, ırkçı şiddete maruz kalan işçi evde cinsiyeti nedeniyle karısını, karısı yaşı nedeniyle çocuğu, çocuk sokaktaki hayvanları…

Bu şiddet sarmalı bu kadar basit olmasa da sürüp gidiyor. Ayrımcılığa uğrayan kişinin bir başka kişi ezmesine “kiyerarki” deniyor. Eğer gerçek bir eşitlikten bahsediyorsak bizi ezen olmaya zorlayan sisteme karşı mücadele etmek durumundayız, Vegan olmak ise bu mücadelenin önemli bir parçasıdır.

Peki veganlık nasıl bir politika?

Kolay ve uygulanabilir; doğrudan kendimizden başlayarak dönüştürebildiğimiz, gündelik hayatımıza doğrudan müdahil olabildiği için çok daha somut biçimde uygulanabiliyor. Bu ise umutsuzluğun örgütlenmeye çalışıldığı dünyada değişime yönelik umutlarımı yeşertiyor.

Vegan hareket  hangi alanlarla kesişiyor?

 Aslında her alanla kesiştirmek mümkün. Hak mücadelelerinin tamamı ile ortak bir çatı altında sayılabilir ancak çarpık pragmatist bir politika ile kesiştirmek hak mücadelelerine yarardan çok zarar veriyor. Bir düşünelim bu mitleri: “Bir kadın bir inekle, tavukla cinsiyeti bakımından daha kolay empati kurar.  Feminist birisi kesinlikle vegan olmalı.”

“Ekolojik birisi Dünya’ya en çok zarar veren sektörler destek olmamalıdır.  Bu nedenle vegan olmak zorundadır.”

“Sağlığını düşünen bir insan kanser, kalp hastalığı yaptığını bildiği besinleri tüketemez. Hayvansal gıdalar sağlıksız gıdalardır. Bu nedenle vegan olmak zorundayız.”

Oysa herkes eşit derecede vegan olma sorumluluğu taşır ve tüm bu yükler insan merkezciliği örgütleyen türcü yaklaşımlardır. Kadınları doğa/duygular/mistisizim ile daha yakın gören ikili ayrımcılığa dayanan bu bakış açısı cinsiyetçi bir noktaya bizi götürür. Cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadele ederken kişiler kendileri bir ayrımcılıkta elbette bulunmamalıdır. Bu kendileri ile çelişmelerine neden olur. Vegan olmak sorumluluğumuzdur.  Vegan olmanın ekolojiye oldukça pozitif bir yansıması vardır. Elbette ki tüm bu ekolojik yıkımın kapitalizmle doğrudan bağlantısı vardır. Sermayenin iktidarının gelmiş olduğu küresel krizler birtakım ayaklanmalar ile kendini göstermektedir. Bu ekolojik krizin faşist diktatörlerin sermaye ile kurdukları ekonomik çıkar ilişkileri ile de bağlantıları oldukça güçlüdür.  Brezilya’daki Yağmur ormanlarının yok edilmesinde en büyük sorumlu elbetteki sermaye ve Bolsenaro hükümetidir. Sadece vegan olmak değil antikapitalist mücadele vermekte ekolojik yıkıma karşı direnmenin bir ayağıdır.

Tüm bunlar birbirleriyle iç içe geçmiş bir takım krizlerdir. Yani iklim krizini tüm bu krizlerden bağımsız olarak  tartışmak bizi ileriye taşımak bir yana yanlış çıkarımlar yapmamıza neden olur.  Hedefimiz olan ayrımcılıkları yok etme noktasında bizi riskli bir alana çeker.  Ekoloji ve hayvan hakları bağlantısını açıklarken vegan olmanın ekolojiye katkılarını söylemeden geçmenin doğru olmadığı kanısındayım. Ancak kimse şunu demez:  “Toplama kamplarında katledilen Filistinlilerin karbon ayak izi çok fazla olduğu için toplama kampları kapatılmalıdır”

Çünkü insanların mal köle olmama, özgür  yaşama haklarını tanırız. Oysa iş hayvanlara gelince onların çıkardığı gaz asıl odak haline gelebiliyor. İnsanlar bu türcü bakış açısı ile olaylara baksa da biz bu türcülüğü desteklememeliyiz.  Bu nedenle yürüttüğümüz politikalarda son derece hassas olmak zorundayız. Özellikle de hayvanlar adına konuşurken başkası adına konuştuğumuzu unutmamalıyız. Sağlık konusunda da çok ciddi getirileri olan bitkisel beslenme ancak dengeli ve düzenli olursa yararlıdır. Ayrıca veganların omuzuna sağlıklı olma yükü bindirmek ne kadar doğrudur? Sağlıklı olmak kişinin bir tercihidir; vegan olmak ise sorumluluğudur. Tüm bu yazmış olduklarım elbette ki bütün bir vegan hareketi bağlayan ya da tüm hareketin fikirlerini yansıtan bir yazı değildir.  Ancak bu yazının yazılma amaçlarının başında vegan hareket içerisindeki taciz, şiddet, sınır ihlalleri, dedikodu gibi durumlar etkili olmuştur. Ancak politikleşme sürecinde olan vegan hareket direniş potansiyeli çok yüksek olan bir kitleye sahip. Umudumuzu yitirmeyelim bir gün veganlar arasında gerçek bir yoldaşlık ilişkisi oluşacaktır. Bu yazı ise benden umuda bir adım olsun.

Hayatımızdaki çelişkilerden kurtulmak istiyorsak karşımızdaki kişinin çelişkilerini aramaktan vazgeçip kendi çelişkilerimize dönelim. Zorunda olmadığımız halde hayvanları kullanıyor olmamız; doğrudan değiştirmemiz mümkün olduğu halde değiştirmediğimiz türcü alışkanlıklarımız bize yada “bizim dünyamıza” değil başka insan dışı hayvanlara ve “hepimizin dünyasına” zarar veriyor.

Sınıfsız, sınırsız, özgür, vegan bir dünya!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir