Veganlar hayvan çiftlikleri için direnen Hollandalı çiftçileri desteklemeli mi?

Günümüzde çeşitli alanlarda ve çeşitli mücadele hatlarında yüzlerce direniş gerçekleşiyor. Bu direnişlerin bazılarının ortak paydaları da oluşabiliyor. Direnişlerin bir kısmı doğallığında dayanışma temaslarına açıkken bazı direnişlerde bu mümkün olmuyor. Mümkün olmamasından öte bazı mücadele hatlarının talepleri zıtlaşıyor, belirli çelişkiler ortaya çıkıyor. Bunun Hollanda’daki çiftçilerin direnişi örnek verilebilir. Hollandalı çiftçiler hayvan çiftliklerinin kapatılmasına karşı eylemde.

Hollanda’da ne oluyor?

Hollanda Yüksek Mahkemesi’nin kararı ile azotlu gaz salımlarının yüzde 25 azaltılmasına karar verildi. Karar sonrası ortaya konulan salım azaltım planına çiftçiler tepki gösterdi. Çiftçilerin eylemlerinde en çok kullandığı sloganlardan biri de “Kirlilik değil, gıda üreticisiyiz” oldu.

Plana göre Hollanda’da içerisinde 152 milyon hayvan barındıran 28 bin 800 hayvan çiftliğinin 11 bin 200’ü kapatılacak. Geri kalan 17 bin 600 işletmenin ise mevcut hayvan sayısını üçte birden fazla azaltması bekleniyor.

Hollanda hükümeti; salımları azaltmak için ülke çapında koyduğu hedefleri “kaçınılmaz bir süreç” olarak nitelendiriyor. Buna göre, korunan doğa alanlarına yakın birçok yerde yüzde 70, diğer yerlerde ise yüzde 95’e varan oranlarda salım azaltılması zorunlu kılındı.

Hükümet eyaletlere azaltım hedeflerine ulaşmaları için planlar oluşturmalarını istedi. Bunun için de bir yıl mühlet verdi. Planların hedeflerine ulaşması için hükümet tarafından öngörülen yıl ise 2030.

Birçok çiftçi örgütü, azot azaltımı için sürenin esnetilerek daha geniş bir süreç örülmesini istiyor.

Hükümetin kararına koalisyon partilerinden CDA “2030’a nitrojen hedeflerine ulaşmak ‘kutsal’ değil” diyerek karara şerh düştü.

Ağustos ayında görüşülen bazı çevre örgütleri doğanın korunması için salımların azaltılmasını doğru bulurken çiftçilere de uygulanması imkânsız bir plan dayatılmasına karşı çıkıyor. Çevre örgütlerinden Natuurmonumenten’in direktörü Teo Wams salım azaltımı sürecinin planlanmasına çiftçilerin de dahil edilebileceğini kastederek “Birlikte yapılabilir” dedi.

Hükümetin İklim Planı’na karşı çıkan çiftçiler ülke genelinde yolları ve gıda dağıtım merkezlerinin önünü traktörler ve büyük saman balyaları ile kapattı. Hollanda’daki birçok market, internet üzerinden verilen siparişlerin iptal edildiği ve eylemlerin gerçekleştiği günlerde tedariklerin ciddi oranda aksayacağı duyusunu yaptı.

On binlerce çiftçi kendi üretim araçları ile, birinin altında çalışmadan, ücrete bağımlı olmadan geçimini sağlıyordu. Çiftçiler bu sınıfsal konumlarının değişime zorlanmasına, çiftliklerinin ellerinden alınarak ücretli işçi haline getirilmelerine tepki gösteriyor.

Diğer tarafta, et ve süt ürünleri Hollanda ihracatının önemli bir kısmını oluştururken Hollanda hükümetinin bu kararı sadece doğayı korumak için aldığını söylemek mümkün olmayacaktır. Kapitalist devletlerin temel motivasyonu doğayı korumak değil, sermaye birikimini kolaylaştırmaktır. Sermaye, tarım politikalarını yıllar boyunca en fazla kârı elde etmek amacı ile şekillendirmiş ve şekillendirmeye devam etmektedir. Bu politikalar ile insan-doğa ilişkisi geri dönüşü olmayacak şekilde yıpranmıştır. Doğanın türlerin devamlılığını sağlayan ve neslinin tükenmesini engelleyen süreci büyük ölçüde zarar görmüştür. Hollanda her kapitalist devlet gibi üretimine bu şekilde devam etmek istese de ekolojik kriz sonucu elindeki kaynakları tamamen kaybedebileceğinin farkında. Bundan dolayı çevre ve iklim saygısı adı altında hareket etse de esasen kapitalist sistemin sürekliliğini sağlamaya çalışıyor.

Veganların talebi ne?

Vegan hareket hayvan sömürüsünün tamamen son bulmasını hedefler. Ayrımcılığın tüm türlerinden arınmış bir dünya tahayyülü için örgütlenir. Bunun için hayvan sömürüsünün sonlanmasını ve hayvan sömürüsünü barındıran işkollarının kapatılmasını ister.

Hayvan sömürüsünün sonlanmasını ister; bunun için yürütülen mücadelede hayvan haklarını savunmanın ilk adımı olarak veganlığı görür. Politik vegan anlayış sağlık ve maddi kazanç gibi kişisel yararlar gözeterek hayvan kullanımlarını hayatından çıkarmayı bir kazanım olarak görmek yerine bunu eleştirir. Çünkü bu yöntem kişileri kişisel çıkar sonlandığında navegan hayata sürükler. Bunun yerine veganlık tutarlı etik-politik bir bakış açısı sunmalıdır. Bu yüzden veganlık burada mücadele için amaç değil, hayvan haklarını savunmak için asgari bir zorunluluktur.

Hayvan sömürüsünü barındıran işkollarının kapatılmasını ister. Bu açıdan endüstriyelleşmiş olsun ya da olmasın hayvan çiftliklerinin kapatılmasını; ilaç üretiminde ve tıp eğitiminde, kozmetik ve giyim endüstrisinde hayvan deneylerinin yapılmaması gerektiğini savunur. Hayvan bedeninin kullanıldığı diğer tüm kollara da karşıdır.

Vegan hareket hayvancılığın ve son yıllardaki tarım politikalarının insan-doğa ilişkisini yıprattığını ve gezegen için geri dönülemez bir hale gelmek üzere olduğunu tahlil eder. Tarımsal arazilerin yüzde 70’inin hayvancılık için kullanıldığı koşullarda insan-doğa ilişkisini yıpratan en büyük etkenlerden birinin hayvancılık olduğunu söyler. Bundan dolayı bu üretim biçimlerine karşıdır.

Kapitalizm de bu krizi görüyor ve öneri olarak “sürdürülebilir kalkınma” adı altında “çevreci” paketlerle geliyor. Ancak sadece kendi üretim biçimini sürdürmeye çalışıyor. Devrimci vegan hareket sözde “çevreci” paketlerin asıl odakları dağıtmasına izin vermez, krizin sistemin krizi olduğunu yeniden vurgular.

Hayvanları evcilleştirmemişken hayvansal kökenli virüslerin neden olduğu salgınlar bu denli yaygın değildi.[1] Uygarlık tarihinden beri hayvanları besin olarak görüyoruz. Asırlar boyu hayvanları özgür yaşamlarından kopararak, alınıp satılabilen köleler haline getirerek türlü kârlar elde etme amacıyla kullandık. Bunun sonucu büyüyen hayvan endüstrisi ile birlikte hayvanlarla temasımız arttı ve bu beraberinde daha fazla virüsü edinmemize sebep oldu. Hayvan üretiminin büyük çoğunluğuna sahip çokuluslu şirketlerin aşırı verimlilik eğilimi sonucu 100 bin sığır kapsiteli bir besi ünitesi kurmak bile mümkün. Bu tarz yoğun ortamlarda, virüsler bir hayvandan diğerine hem besi ünitesinde hem de nakliye esnasında insanlara ve diğer hayvanlara daha hızlı ve kolayca yayılıyor. Buna en yakın örnek olarak ise hayvan pazarlarından yayılarak milyonlarca insanın ölümüne sebep olan COVID-19’u gösterebiliriz. Anti-türcü mücadele doğal olarak uygarlık krizine[2], ekolojik krize çözüm getireceğini savunur.

Mücadelelerin ortaklığı

Sınıf mücadelelerinin ekolojik mücadele ile alanlarda temas ettiğini gözlemleyebiliyoruz. Bu örneklere ekoloji hareketinde rastlansa da vegan harekette henüz böyle bir temas zemini mevcut değil.

Hollanda’da görülen örnekte de olduğu gibi, direnişler aynı sisteme karşı örgütleniliyor olsa da ortaya belirli çelişkiler çıkabiliyor. Direnişlerin talepleri arasındaki çelişki de direnişler arasında kurulabilecek bağların önünde engel teşkil edebiliyor.

Bu çelişkiler ışığında mücadeleler arasında bir ortaklık kurulabilir mi? Bu soruya temellendirilmiş bir olumlu cevap vermek zor. Bu cevap arayışını geliştirmek açısından tartışmayı iki noktadan açabiliriz.

1. Bütünleşik özgürlük mücadelesinin parçası olarak veganlık

Devrimci veganlar olarak çizgimiz doğrultusunda, politik bir mesele olarak veganlığı savunuyoruz. Politik bir mesele olmasından kasıt, devrimci vegan hareket sadece hayvan özgürleşmesinin bütünlüklü bir özgürleşme getirmeyeceğini söyler, tahakküm altındaki bütün kesimler için mücadele edilmesi gerektiğini düşünür. Antifaşisttir çünkü faşizmin sistemin insanları denetlemedeki en büyük aracı olduğunu bilir. Feminist mücadeleyi anlar çünkü cinsiyete dayalı ayrımcılıkların, kadın düşmanı politikaların neoliberal faşist rejimlerin inşasında yer aldığını bilir. LGBTİ+ mücadelesi ile yan yanadır çünkü cinsiyet kimliklerine ve cinsel yönelime yönelik saldırılara karşıdır. Antikapitalisttir çünkü kapitalist sistem içerisinde topyekûn bir hayvan özgürleşmesinin sağlanamayacağını bilir. Ekoloji mücadelesi ile yan yanadır çünkü insan ve doğa arasında kurulmuş olan çarpık ilişkiyi görerek doğa ile barışık bir toplumsal düzen oluşturulması gerektiğini bilir. Hareketin tahayyül ettiği vegan dünya sömürünün asıl sorumlularını göz ardı etmez. Amaç sadece çiftçinin elinden çiftliğini almak veya orada çalışan çiftçilerin hayvan çiftliklerinin kapatılması sonucu işsiz kalmasını veya işçileşmesini göz ardı ederek bir mücadele yürütmek değildir. Bir tahakküm biçimini sonlandırırken bunun başka bir tahakküm biçiminin ortaya çıkarmasının karşısındadır. Hollanda’da hayvan çiftliklerinin çiftçilerin proleterleşerek kapitalist tahakküm altına sokulması pahasına kapatılmasını savunmaz. Bundan dolayı vegan hareket çiftçilere hayvan sömürüsünün olmadığı bir işkolu önermek zorundadır.

2. Sorumluluklar hiyerarşisi

Hayvanların ve ücretli işçilerin sömürüsü tarihsel gelişimleri bakımından niteliksel farklar barındırsa da her ikisi de kapitalizmin karşısında ezilen konumdadır. Egemen sınıf kâr elde etmek için yalnızca ezilen sınıfları değil, hayvanları ve doğayı da sömürür. Kapitalist üretim süreci içerisinde, hayvanlar ve doğa sadece sömürülecek kaynaklardır. Ancak ücretli işçiler yalnızca kendileri de baskı altında ve sömürülüyor oldukları için muhakkak hayvanlarla dayanışma içerisinde hareket etmezler. Doğal olarak hayvan sömürüsünü barındıran birçok işkolunda yer alırlar.

Ancak burada hayvanları işleyen proleterlerin, çiftçilerin sorumluluğundansa; hayvan sömürüsünden yüksek oranda kâr elde edenlerin sorumluluğu işaret edilmelidir. Son on yıllarda küresel pazarın yükselişi ve daha “verimli bir üretim” amacı ile birlikte küçük üreticilerin sayısı azalırken yerini küresel çapta hayvan üretim firmaları almıştır. Modern anlamda hayvan yetiştiriciliği adı altında üretim tekelleşmiş, piyasa birkaç büyük oyuncunun kontrolüne geçmiştir. Et sektöründe kâr marjı düşük olduğu için şirketler daha düşük maliyetlerle daha çok üretmek için çabalıyor ve bu, daha büyük şirketleri yaratıyor. Mesela dünyanın en büyük tavuk eti üreticilerinden olan JBS, dünya çapındaki gıda ve içecek firmaları içinde ilk onda yer alıyor. Avrupa, ABD, Güney Amerika’da şirketler birleşiyor, hayvan üretimi tek elde toplanmaya devam ediyor.

Büyük şirketlerin daha az maliyetle daha fazla üretim eğilimleri, alan başına düşen hayvan sayısını artırıyor. Bu da sera gazı salımının ciddi oranda artmasına, hayvanların çok daha kötü koşullarda sömürülmesine, küçük üreticilerin gitgide azalmasına, bu şirketlerde çalışan işçilerin çalışma koşullarının kötüleşmesine, büyük oranda su kirliliğine sebep oluyor.

Veganlar açısından tek sorun hayvancılığın endüstriyelleşmesi olmasa da kapitalist toplumda hayvanlar çiftçilerin veya diğer hayvan sömürüsü barındıran işkollarında yer alanların çıkarı için değil, kapitalistlerin çıkarı için sömürülürler.

Sonuç

Anti-türcü hareketin tahayyül ettiği vegan dünya sömürünün asıl sorumlularını göz ardı etmez. Amaç sadece çiftçinin elinden çiftliğini almak veya orada çalışan çiftçilerin hayvan çiftliklerinin kapatılması sonucu işsiz kalmasını gözardı ederek bir mücadele yürütmek değildir. Dolayısıyla Hollanda’daki belirli çevre örgütlerinin ve çiftçi örgütlerinin de belirttiği şekilde zaman çizelgesi değiştirilerek hayvanların, çevrenin ve çiftçilerin çıkarlarının birlikte gözetildiği bir yol izlemek mümkün ve gerekli. Bu da ancak antikapitalist bir yol olabilir. Çiftçilerin anti türcü tarım politikaları konusunda teşvik edilmesi ve bu yönde politikalar geliştirilmesi de zorunludur.

Dipnotlar:

[1] https://hayvanozgurlugu.com/?p=299

[2] https://hayvanozgurlugu.com/?p=272

[Bu yazı Sendika.Org‘dan derlenmiştir]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir